Psikolojiye göre sürekli özür dilemek ne anlama gelir ve bu alışkanlığı nasıl kırabilirsin?

Toplantıda söz almak istediğinde ilk ağzından çıkan kelime “özür dilerim” mi oluyor? Sokakta biri sana çarpsa bile sen mi özür diliyorsun? Hatta yağmur yağdığında sanki sen yağdırıyormuşsun gibi “pardon” mu diyorsun? Eğer bu senaryolarda kendini buluyorsan, bil ki sadece kibar ya da düşünceli biri olmuyorsun. Aslında dünyaya çok net bir mesaj gönderiyorsun: içindeki bir ses sana yer kaplamanın, fikir sahibi olmanın ya da basitçe var olmanın bir hata olduğunu fısıldıyor. O ses düşük benlik saygısının sesi.

Klinik psikolog Cumali Aydın’ın sektör dergilerindeki analizinde vurguladığı gibi, sürekli özür dileme alışkanlığı nezaketin kendisi değil; kırılgan bir benlik saygısının, sosyal kaygının ve reddedilme korkusunun sessiz belirtisi. Her otomatik “özür dilerim”in arkasında küçük bir savunma refleksi gizli. Sanki dünyaya “bana kızma, söz veriyorum küçücük olacağım” diyorsun. Ama neden bazılarımız bu döngüye hapsolmuş durumda? Ve daha önemlisi, nasıl çıkılır bu durumdan?

Kökleri Çocukluğa Uzanıyor

Kaldırımda karşı taraftan biri sana çarpsa bile özür diliyorsan, muhtemelen beynin çok önceden yazılmamış bir kural öğrenmiş: “hata yaparsan sevgiyi kaybedersin”. Aşırı eleştirel ebeveynlerle, her küçük hatanın büyütüldüğü ailelerde ya da duygusal olarak istikrarsız ortamlarda büyümek, zihinsel işletim sistemine oldukça sağlam bir virüs yükleyebilir. O virüsün adı “sevginin mükemmelliğe bağlı olduğuna dair inanç”.

Bağlanma dinamikleri ve aile yapıları üzerine yapılan çalışmalar, sürekli eleştiriye, duygusal reddedilmeye ya da orantısız cezalara maruz kalan çocukların yıkıcı bir temel inanç geliştirdiğini gösteriyor: “mükemmel olmazsam terk ediliyorum”. Bu inanç yetişkin hayatının otopilotu haline geliyor. Sonuç mu? Henüz bir şey yapmadan bile özür dilemeye başlıyorsun, bir tür duygusal sigorta poliçesi gibi. Çocukken duygularının küçümsendiği, görmezden gelindiği ya da manipüle edildiği bir ortamda büyüdüysen, yetişkin olduğunda “belki haklıyım ama yine de özür dileyeyim” diye düşünüyorsun. Artık kendi hislerine bile güvenemiyorsun.

Terk Edilme Korkusu: Özürlerin Gizli Motoru

Şimdi meselenin özüne gelelim. Bu özür dileme makinesini asıl besleyen nedir? Basit ve acı verici: reddedilme korkusu. İçindeki sinir bozucu ses sürekli tekrarlıyor: “çok fazla yer kaplarsam, gerçekten düşündüklerimi söylersem, hata yaparsam… beni terk ederler”. Bu korku o kadar güçlü ki gerçek bir sosyal kaygıya dönüşebiliyor.

Sosyal kaygı yaşayanlar her etkileşimi potansiyel bir mayın tarlası gibi görüyor. “Yanlış bir şey mi söyledim?”, “onu rahatsız mı ettim?”, “çok mu konuştum?”. Beyin bu sorularda döngüye giriyor ve en hızlı çözüm şu gibi görünüyor: özür dile. Önceden, koşulsuz. Ne olursa olsun. Böylece en azından güvende olursun, değil mi? Hayır. Çünkü o güvenlik Monopoly parası kadar sahte.

Bağımlı kişilik özellikleri taşıyanlar için özürler tam anlamıyla bir hayatta kalma stratejisi. Sürekli kendini küçük göstererek başkalarına tutunuyorsun. Paradoks mu? Bu strateji uzun vadede tam da korumaya çalıştığın şeye zarar veriyor: insanlarla kurduğun bağlara.

Sürekli Özür Dilemek İlişkilerine Neler Yapıyor

Başta masum görünüyor. Belki başkaları seni sevimli, alçakgönüllü, uyumlu buluyor bile. Ama zamanla her şey için özür dilemek ilişkilerinde ciddi bir güç dengesizliği yaratıyor. Gönderdiğin mesaj kristal gibi net: “ben senden daha az değerliyim. Senin ihtiyaçların önce gelir. Senin isteklerin öncelikli, benimkiler opsiyonel”.

Bu dengesizlik ihtiyaçlarını talep etmeni engelliyor. “Bu hafta sonu çalışmam lazım” derken bile özür dilersen, aslında zamanının, işinin, hatta hayatının özür dilenmesi gereken şeyler olduğunu iletiyorsun. Sonra nasıl sağlıklı sınırlar koyacaksın bir ilişkide, her şey için kendini suçlu hissediyorsan?

Bir başka yan etki daha var: özürlerin değerini yitiriyor. Günde yirmi yedi kez özür dilersen, gerçekten hata yaptığında ve içtenlikle özür dilediğinde karşındaki kişi bunu nasıl ayırt edecek? Özürlerin arka plan gürültüsüne dönüşüyor, anlamsız kelimelere. İşyerinde de durum felaket. Toplantıda fikirlerini “özür dilerim, belki saçma ama…” diye sunuyorsan, ağzını açmadan kredibileni zedeliyorsun. Liderlik algısı üzerine yapılan araştırmalar, kendini küçümseyen ve özür dolu bir dil kullananların daha az yetkin, daha az güvenli ve sorumluluk pozisyonlarına daha az uygun görüldüğünü kanıtlıyor.

Çatışmadan Kaçmak: Barış mı Kaçış mı?

Pek çok insan otomatik özür dilemenin bir başka sebebi de çatışmadan kaçma arzusu. Çoğumuz çatışmayı tehlikeli, zararlı, her bedel ödenerek kaçınılması gereken bir şey olarak görüyoruz. Özürler mi? Potansiyel kavgaları henüz başlamadan söndürmenin mükemmel silahı. “Özür dilerim” diyorsun ve boom: gerginlik dağılıyor, tartışma başlamadan bitiyor, herkes mutlu. Öyle mi? Hayır. Çünkü bu barış değil, kaçış. Ve her kaçışında savaş alanında bir parçanı bırakıyorsun. Gerçek ihtiyaçların, otantik duyguların asla ifade edilmiyor. İçinde bir barajın arkasındaki su gibi birikiyorlar. Ve barajlar er ya da geç yıkılıyor.

İlişkiler psikolojisi üzerine yapılan araştırmalar, kronik çatışmadan kaçmanın ilişki memnuniyetini düşürdüğünü ve depresyon ve kaygıyla ilişkili olduğunu doğruluyor. Duyguları sürekli bastırmanın bir bedeli var. Bazen bu bedel ani öfke patlamalarıyla, bazen depresif belirtilerle, bazen de pasif-agresif davranışlarla ödeniyor.

Kadınlar Neden Daha Çok Özür Diliyor

Kadınsan muhtemelen erkek arkadaşlarından çok daha sık özür dilediğini fark etmişsindir. Bu bir yanılsama değil: Schumann ve Ross’un 2010’daki çalışması kadınların erkeklerden daha sık özür dilediğini kanıtlıyor. Ama dikkat: kadınlar daha çok hata yaptığı için değil, daha fazla durumu “özre layık” gördüğü için. Yani kadınlar bir davranışı “yanlış” ya da “rahatsız edici” olarak sınıflandırmada daha düşük bir eşiğe sahip, bu yüzden daha sık özür diliyorlar. Bunun biyolojiyle alakası yok, tamamen toplumsal koşullanma meselesi.

Kız çocuklarına çok küçük yaşlardan itibaren uzlaşmacı, yumuşak, başkalarının duygularına dikkat eden olmayı öğretiyoruz. “İyi kızlar kavga etmez”, “nazik ol”, “rahatsız etme”. Bu mesajlar, varlığından özür dileyen yetişkinler yaratıyor. Erkeklere ise kendinden emin, kararlı, güçlü olmayı öğretiyoruz. Özür dilemek zayıflık, aşağılık itirafı olarak algılanabiliyor. Sonuç? Kadınlar gerekmediğinde bile özür diliyor, erkekler gerçekten gerektiğinde bile zorlanıyor. Bu “normal” aslında o kadar normalleşmiş bir eşitsizlik ki artık fark bile etmiyoruz.

Gerçek Özür Nasıl Dilenir

Buraya geldiğinde “tamam, o zaman hiç özür dilemeyeceğim mi?” diye düşünüyor olabilirsin. Hayır, bekle. Mesele özür dilemeyi bırakmak değil, ne zaman ve nasıl otantik ve anlamlı biçimde özür dileceğini öğrenmek.

Özür dileyerek kendini küçültüyor olabilir misin?
Sürekli fark etmeden
Bazen savunma mekanizması
Sadece gerektiğinde
Asla gereksiz özür yok
Farkında bile değildim

Etkili iletişim literatürüne göre gerçek bir özrün bazı belirli özellikleri var: sorumluluk alıyor, verdiği zararı kabul ediyor, empati gösteriyor ve telafi sunuyor. Örnek: “toplantıya geç kaldığım için özür dilerim, trafiği doğru hesaplayamadım. Bir dahaki sefere daha erken çıkacağım”. Bu özür işliyor çünkü sorumluluk var ve çözüm önerisi var. Otomatik özürler ise bunun tam tersi. “Rahatsız ediyorsam özür dilerim” gerçekten rahatsız edip etmediğini bilmeden söyleniyor. Bunlar sorumluluk alma değil, savunma mekanizmaları. Ve belirsiz, tanımsız, gerçek içerikten yoksunlar.

Döngüyü Kırmak İçin Pratik Stratejiler

İyi haber? Bu alışkanlığı değiştirebilirsin. Kötü haber? Farkındalık ve sürekli pratik gerektiriyor. Ama kesinlikle değer. İşte nasıl başlayabileceğin, somut ve test edilmiş araçlarla:

  • Birinci püf noktası: “özür dilerim”i “teşekkür ederim”le değiştir. “Geç kaldığım için özür dilerim” yerine “beklediğin için teşekkür ederim” de. Bu perspektif değişimi çok güçlü çünkü odağı negatiften pozitife kaydırıyor ve seni kurban pozisyonundan çıkarıyor.
  • İkincisi: duraklama tekniğini kullan. “Özür dilerim” demek üzereyken iki saniye dur ve sor: “gerçekten yanlış bir şey mi yaptım yoksa sadece yer mi kaplıyorum?”. Cevap ikincisiyse cümleyi yeniden kur.
  • Üçüncüsü: özür günlüğü tut. Bir gün boyunca her özür dilediğinde ve hangi bağlamda olduğunu not al. Akşam oku ve kaçının gerçekten gerekli olduğunu değerlendir. Muhtemelen yüzde sekseni gereksizdi.
  • Dördüncüsü: atılgan iletişim öğren. Atılganlık, ihtiyaçlarını açık ve saygılı biçimde ifade etme sanatı. Pek çok araştırma atılganlık eğitimlerinin benlik saygısını artırdığını, sosyal kaygıyı azalttığını ve özür dileme gibi pasif davranışları düşürdüğünü doğruluyor.
  • Beşincisi: çocukluk köklerini keşfet. Bu alışkanlık çocukluktan gelen kalıplara dayanıyorsa, bilişsel davranışçı terapi faydalı olabilir. Sistematik çalışmalar terapinin “değersizim” ya da “sevilmek için mükemmel olmalıyım” gibi inançları yeniden yapılandırmada etkili olduğunu gösteriyor.
  • Altıncısı: gerçekçi olumlamalarla öz-şefkat pratiği yap. “Yer kaplama hakkım var”, “bir fikre sahip olduğum için özür dilememe gerek yok” gibi cümleleri tekrarlamak basit görünebilir ama öz-şefkat araştırmaları bu pratiklerin öz-eleştiriyi azalttığını ve duygusal dayanıklılığı artırdığını gösteriyor.

Benlik Saygısını Parça Parça Yeniden İnşa Etmek

Her şeyin kökünde neredeyse her zaman sıfırın altında bir benlik saygısı ve acımasız bir iç eleştirmen var. Meta-analizler düşük benlik saygısının depresyon ve kaygı için önemli bir risk faktörü olduğunu ve değersiz hissetmenin ilişkilerde aşırı boyun eğici davranışlara yol açtığını doğruluyor.

Kendine nazik davranmayı öğrenmek temel. Şu egzersizi dene: hata yaptığında içinden ne dediğine dikkat et. Bunu bir arkadaşına söyler miydin? Muhtemelen hayır. O zaman neden kendine söylüyorsun? İç eleştirmenin sesini yumuşatmak, her şey için özür dileme ihtiyacını da otomatik olarak azaltıyor. Küçük zaferleri kutla. Toplantıda “özür dilerim” demeden fikir belirttiysen? Zafer. “Rahatsız ediyorsam özür dilerim” demeden bir ricada bulunduysan? İlerleme. Bu küçük adımlar zaman içinde birikip sağlam bir benlik saygısı inşa ediyor.

Sınır Koymak Özür Gerektirmez

Sürekli özür dileyenler için en büyük zorluklardan biri, suçluluk hissetmeden “hayır” demeyi öğrenmek. Oysa sağlıklı ilişkiler üzerine yapılan çalışmalar net: açık ve saygı duyulan sınırlar hem bireysel psikolojik refahın hem de ilişki kalitesinin temelinde.

“Hayır” demek bencillik değil, kendini koruma. “Bu hafta sonu çalışmam gerek” özür gerektirmiyor. “Şimdi konuşamam” özür gerektirmiyor. “Bu bana uymuyor” özür gerektirmiyor. Nokta. Bağımlı özelliklere sahip olanlar için “hayır” demek yoğun kaygı ve suçluluk yaratıyor. Ama klinik literatür netlikle ve saygıyla ifade edilen sınırların ilişkileri daha öngörülebilir, daha güvenli ve paradoks olarak daha samimi yaptığını gösteriyor. Başkasına her “hayır”ın kendine bir “evet”tir: değerlerine, ihtiyaçlarına, sınırlı zamanına. Bu sağlıklı benlik saygısının en net göstergelerinden biri.

Toplumsal Baskıdan Kurtulmak

Toplum, özellikle kadınlara karşı, uyumlu, sessiz, uysal olmaları için muazzam bir baskı uygoluyor. Toplumsal cinsiyet çalışmaları, haklarını savunan kadınların erkeklere göre çok daha fazla “agresif” ya da “bencil” etiketlenme riski taşıdığını gösteriyor. Bu baskı sürekli özür dileme davranışını güçlendiriyor.

Ama gerçek şu: başkalarını rahat ettirmek için küçülmek zorunda değilsin. Kendi alanını kaplamak başkasının alanını çalmak değil. Herkes için yer var ve sen de görünür, duyulur, var olma hakkına sahipsin. İzin istemeden, özür dilemeden. Sosyal psikoloji “iyi insan”ı kendini yok eden değil, empati, dürüstlük ve sorumluluk uygulayan kişi olarak tanımlıyor. Bu niteliklerin hiçbiri var olduğun için özür dilemeni gerektirmiyor.

Yolculuk Devam Ediyor

Sürekli özür dileme alışkanlığını değiştirmek bir gecede olmuyor. Derin inançları, yıllardır köklü şemaları, otomatikleşmiş davranışları sökmeye çalışıyorsun. Zaman, sabır ve kendine karşı çok fazla şefkat gerekiyor. Geri gittiğini düşüneceğin günler olacak. Stres altında eski kalıplara geri düşebilirsin. Normal, insani. Ve bil bakalım? Bunun için de özür dilemen gerekmiyor. Davranış değişikliği araştırmaları geri dönüşlerin sürecin parçası olduğunu söylüyor. Önemli olan fark etmek, yargılamadan kabul etmek ve tekrar denemek.

Özür dilemek samimi ve hak edildiğinde güzel ve güçlü bir şey. Ama varlığın, ihtiyaçların, duygularının ve dünyadaki yerin özür dilenmesi gereken şeyler değil. Buradasın, tam olman gereken yerde ve burada olman için izin istemene gerek yok. Bu yüzden bir dahaki sefere “özür dilerim” dudaklarına geldiğinde dur. Nefes al. Sor kendine: “gerçekten bir hata mı kabul ediyorum yoksa sadece var olma izni mi istiyorum?”. İkincisiyse yeniden kur cümleyi. Bu küçük farkındalık eylemi her şeyi değiştiren bir dönüşümün başlangıcı olabilir. Ve daha iyi yaşamak istemek için özür dilemene gerek yok.

Yorum yapın