Psikolojiye göre bir kişi göz temasından kaçınıyorsa bu ne anlama gelir?

Karşınızdaki kişiyle konuşurken birden ayakkabılarına, tavana ya da tam arkanızdaki belirsiz bir noktaya bakmaya başladığını fark ettiniz mi hiç? Siz göz teması kurmaya çalışırken, o sanki gözleriniz iki kör edici far gibi her şekilde bakışlarınızdan kaçıyor. İçinizden hemen sorular geçmeye başlıyor: “Yalan mı söylüyor? Benden hoşlanmıyor mu? Bende bir sorun mu var?” Ancak kafanızda filmler çevirmeye başlamadan önce şunu bilin: göz temasından kaçınma, insan iletişiminde en çok yanlış anlaşılan davranışlardan biridir. Bilim bu görünüşte basit jestle ilgili gerçekten şaşırtıcı şeyler keşfetti ve çoğu zaman sizinle hiçbir ilgisi yok.

Göz Teması: Doğuştan Gelen Bir Sosyal Süper Güç

Temelden başlayalım: birine gözlerinin içine bakmak, sahip olduğumuz en güçlü sosyal jestlerden biri. Bu, büyürken öğrendiğimiz bir şey değil, tam anlamıyla doğduğumuz andan itibaren beynimizde var. Farroni ve ekibinin PNAS’ta yayınlanan çalışması, anne karnından yeni çıkmış bebeklerin, gözleri kendilerine dönük yüzlere bakmayı başka yönlere bakan yüzlere tercih ettiğini gösterdi. Sadece birkaç saatlik bebeklerden bahsediyoruz ve zaten gözlerin önemli olduğunu biliyorlar.

Bu, göz temasının evrimsel olarak temel bir rolü olduğu anlamına geliyor: binlerce yıl boyunca, birinin bize dostça mı yoksa tehditkar mı baktığını anlayabilmek yaşamla ölüm arasındaki farkı yaratabiliyordu. Gözler güven, ilgi ve çekicilik iletir ama aynı zamanda meydan okuma ve saldırganlık da. En önemli sosyal bağlantı aracımızdır.

Birisi konuşurken gözlerimize baktığında kendimizi dinlenmiş, anlaşılmış ve saygı görmüş hissederiz. Bir iş görüşmesinde iyi göz teması güven verir. Romantik bir randevuda samimiyet yaratır. Arkadaşlar arasındaki sohbetlerde bağı güçlendirir. Gözler hepimizin içgüdüsel olarak anladığı evrensel bir dil konuşur.

Peki O Zaman Neden Bu Kadar Çok İnsan Göz Temasından Kaçınıyor?

İşte mesele burada ilginçleşiyor. Göz teması bu kadar önemli ve doğalsa, neden bu kadar çok insan sistematik olarak ondan kaçınıyor? Kısa cevap: bir sürü farklı nedenden dolayı ve bunların neredeyse hiçbiri size yalan söyledikleri ya da sizden hoşlanmadıkları anlamına gelmiyor.

Hemen popüler bir miti çürütelim: “Birisi gözlerinize bakmıyorsa yalan söylüyordur.” Bu inanç bilimsel araştırmalar tarafından defalarca yıkıldı. Ohio Üniversitesi’nde Wirth ve ekibinin yaptığı çalışma, bakıştan kaçınma ile yalan söyleme arasında güvenilir bir korelasyon olmadığını gösterdi. Hatta deneyimli yalancılar inandırıcı görünmek için göz teması kurmaları gerektiğini çok iyi bilirler ve normalden daha fazla yaparlar. Dürüst ama gergin bir kişi ise sadece utandığı ya da endişeli olduğu için bakışlarını kaçırabilir.

Yani yalan değilse, bu davranışa ne sebep oluyor?

Sosyal Anksiyete: Gözler Çok Yoğunlaştığında

İnsanların göz temasından kaçınmasının en yaygın nedeni sosyal anksiyetedir. “Yaygın” derken gerçekten yaygın demek istiyoruz: sosyal anksiyete bozukluğu üzerine yapılan çalışmalar, vakaların yaklaşık yüzde altmışında göz temasından kaçınmanın mevcut olduğunu gösteriyor. Nadir bir durumdan değil, son derece yaygın bir fenomenden bahsediyoruz.

Sosyal anksiyetesi olan birinin göz teması sırasında ne hissettiğini anlamak için şunu düşünün: beyninizin aşırı hassas bir alarm sistemi var. Birisi gözlerinize her baktığında bu sistem “TEHLİKE! SENİ YARGILIYORLAR! TÜM KUSURLARINI GÖRÜYORLAR!” diye bağırmaya başlıyor. Amigdala, beynin korku tepkilerini yöneten kısmı, aşırı yükleniyor. Horley ve ekibinin 2004’teki nörogörüntüleme çalışması, sosyal anksiyete bozukluğu olan kişilerde amigdalanın doğrudan göz teması sırasında anksiyetesi olmayanlara göre çok daha yoğun şekilde aktive olduğunu gösterdi.

Sonuç? Birine gözlerinin içine bakmak fiziksel olarak rahatsız edici, neredeyse acı verici hale geliyor. Bu bilinçli bir seçim ya da kaba bir jest değil: beynin sizi algıladığı tehlikeden umutsuzca korumaya çalışmasıdır. Bakışları kaçırmak otomatik bir savunma mekanizmasıdır, araştırmacıların “sessiz kaçınma” dedikleri şey. Ve birisi “sadece çaba göster” diye düşünmeden önce, anksiyeteli birine “gözlerime bak” demek, ateşi olan birine “ısınmayı bırak” demek gibidir. Öyle çalışmıyor.

Duygusal İşleme: Halledilecek Çok Fazla Şey

Göz temasından kaçınmak için bir diğer çok geçerli neden duygusal aşırı yüklenmedir. Olumlu ya da olumsuz yoğun duygular yaşarken beynimizin bunları işlemek için ekstra kaynaklara ihtiyacı vardır. Göz temasını sürdürmek ise oldukça fazla zihinsel enerji gerektirir.

Düşünün: zor bir konuşma yapıyorsunuz, belki kötü bir haber alıyorsunuz ya da çok kişisel bir şeyi ifade etmeye çalışıyorsunuz. O anda beyniniz dev bir iş yapıyor: aldığı bilgileri işlemeli, duygularınızı yönetmeli, uygun yanıtlar formüle etmeli, bir de üstüne göz temasını sürdürmeyi eklersen çok fazla. Bir şeyin bırakılması gerekiyor. Argyle ve Dean’in 1965’te önerdiği denge teorisine göre, bir durumun yakınlığı çok yoğunlaştığında, dengeyi yeniden kurmak için bilinçsizce diğer yakınlık sinyallerini azaltırız. Bakışları kaçırmak bunu yapmanın en yaygın yollarından biridir.

Bu, normalde göz temasıyla rahat olan insanların bile duygusal açıdan yoğun anlar sırasında neden aniden başka yerlere bakabildiğini açıklıyor. Saygısızlık değil, bilişsel bir zorunluluk.

Kültürel Farklılıklar: Herkes Aynı Görsel Dili Konuşmuyor

İşler burada gerçekten ilginçleşiyor. İtalya veya Amerika’da normal ve saygılı kabul edilen davranış, başka kültürlerde tamamen uygunsuz görülebilir. Bond ve Komatsu’nun 1976’daki araştırması kültürler arası önemli farkları ortaya koydu: örneğin Japonya’da uzun göz teması kaba ve agresif sayılır, özellikle üst statüdeki kişilerle. Japonlar resmi konuşmalarda boyun veya burun bölgesine bakmayı tercih ederler. Tersine, birçok Orta Doğu kültüründe doğrudan göz teması Batı standartlarına göre daha yoğun ve uzundur.

Avrupa içinde bile farklılıklar var. İtalyanlar genellikle göz temasıyla oldukça rahatken, Finlandiya gibi Kuzey Avrupa ülkelerinde insanlar daha çekingen olup daha kısa göz teması kurarlar. Kuşaksal ve güç dinamiklerini de unutmayalım: geleneksel İtalyan kültürü dahil birçok kültürde çocuklara yetişkinlerin veya otorite figürlerinin gözlerinin içine fazla bakmamayı öğretilirdi. Bu mesajlarla büyüyen kişiler bunları yetişkinlikte de taşıyabilir.

Birisi göz teması kurmuyorsa ilk ne düşünürsün?
Yalan söylüyor
Benden hoşlanmıyor
Sosyal anksiyetesi var
Kültürel fark olabilir
Düşünmeye çalışıyor

Nöroçeşitlilik: Farklı Çalışan Beyinler

Sıklıkla gözden kaçırılan temel bir nokta: özellikle otizm spektrumundakiler olmak üzere bazı nörodiverjant insanlar için göz teması tamamen farklı şekilde işler. Sosyal anksiyete ya da kültürel seçim değil: beynin duyusal bilgiyi işleme biçimidir. Senju ve Johnson’ın 2009’daki meta-analizi, otistik insanların göz temasını atipik şekilde işlediğini doğruladı ve birçoğu için gerçek bir duyusal aşırı yüklenme temsil eder. Sanki aynı anda çok fazla bilgi alıyorlar, bu da deneyimi bunaltıcı ve hatta fiziksel olarak rahatsız edici hale getiriyor.

Bu insanlar için göz temasından kaçınmak ilgisizlik ya da saygısızlık anlamına gelmez: sadece konuşmaya daha iyi odaklanabilmelerinin yoludur. Genellikle muhataplarının gözlerine bakmaya zorlanmadıklarında çok daha iyi dinler ve anlarlar.

İçe Dönük Kişilik: Enerji Meselesi

İçe dönükler, McCauliff ve Lewin’in 2012’deki çalışmasının gösterdiği gibi, dışa dönüklere göre daha az göz teması kurarlar. Ama dikkat: içe dönüklük sosyal anksiyete değildir. Bunlar tamamen farklı şeylerdir. İçe dönükler yoğun sosyal etkileşimlerde tükenirler ve yeniden şarj olmak için yalnız zamana ihtiyaç duyarlar. Çok yoğun bir sosyal etkileşim biçimi olan göz teması onlar için daha fazla enerji tüketir. Korktukları ya da rahatsız hissettikleri anlamına gelmez: sadece beyinleri farklı çalışır.

Ayrıca birçok insan düşünürken ya da bir şey hatırlamaya çalışırken doğal olarak bakışlarını kaçırır. Bu son derece normal bir bilişsel stratejidir: görsel girdiyi azaltarak beyin daha fazla kaynak iç işleme sürecine ayırabilir. Birisi sorunuza cevap verirken yukarı veya yana bakıyorsa muhtemelen sadece yoğun düşünüyordur, bir şey gizlemiyor.

Göz Teması Ne Zaman Sorun Olur (Ne Zaman Olmaz)

Açıklık getirelim: göz temasından kaçınmak otomatik olarak çözüm gerektiren bir sorun değildir. Ancak bir kişinin yaşam kalitesini önemli ölçüde sınırladığında ya da yoğun rahatsızlığa neden olduğunda sorun haline gelir. Birisi doğal olarak daha az göz temasını tercih ediyorsa ama huzurlu yaşıyorsa, tatmin edici ilişkileri varsa ve anksiyete yaşamıyorsa “düzeltilecek” bir şey yoktur. Bu sadece kişisel iletişim tarzıdır.

İş fırsatlarını, ilişkileri sınırladığında ya da ciddi acıya neden olduğunda, kaçınmanın sosyal anksiyete bozukluğuyla bağlantılı olduğu durumlarda ele alınması gereken bir mesele haline gelir. Bu vakalarda bilişsel davranışçı terapi gibi tedaviler büyük etkinlik göstermiştir.

Göz Temasından Kaçınan Kişilerle Nasıl Davranılmalı

Sık sık bakışlarınızdan kaçınan insanlarla konuşuyorsanız, psikolojik araştırmalara dayalı bazı yönergeler:

  • Kişisel algılamayın: Vakaların büyük çoğunluğunda sizinle hiçbir ilgisi yok. Kişi endişeli olabilir, farklı bir kültürden gelebilir, nörodiverjant ya da sadece içe dönük olabilir.
  • Zorlamayın: Kaçınan birine “gözlerime bak” demek ters etki yapar ve anksiyeteyi artırabilir. Kişinin rahat hissetmesine izin verin.
  • İçeriğe odaklanın: Kişinin söylediği şey nereye baktığından çok daha önemlidir. Kelimeleri, tonu, genel mesajı dinleyin.
  • Rahat bir ortam yaratın: Yan yana konuşmalar (örneğin yürürken veya araba kullanırken) doğrudan göz teması baskısını kaldırır ve genellikle açılmayı kolaylaştırır.
  • Kültürel bağlamı düşünün: Farklı kültürel geçmişi olan biriyle konuşuyorsanız, size kaçınma gibi görünen şey nezaket olabilir.

Doğru Doz: Ne Çok Fazla Ne Çok Az

İlginç bir bilgi: çok fazla göz teması da sorunlu olabilir. Knapp ve Hall’un 2010’daki sözel olmayan iletişim araştırmasına göre, bir konuşma sırasında ideal göz teması zamanın yaklaşık yüzde altmış-yetmişi civarındadır. Sürekli ve kesintisiz bakış aslında tehditkar veya uygunsuz olarak algılanır. Yani sır dengede: ilgi ve dikkat göstermek için yeterince bakmak, ama zaman zaman doğal olarak bakışları kaçırmak. Dinlerken konuşurken olduğundan daha fazla göz teması kurmaya doğal olarak eğilimliyizdir ve bu tamamen normaldir.

Başka Yere Bakmak Dinlemediğiniz Anlamına Gelmez

En zararlı önyargılardan biri, gözlerinize bakmayan birinin sizi dinlemediği veya ilgilenmediği fikridir. Araştırmalar genellikle tam tersinin doğru olduğunu gösteriyor: birçok insan, özellikle nörodiverjantlar veya belirli öğrenme stillerine sahip olanlar, bakışlarını kaçırabildiklerinde daha iyi dinler ve anlarlar. Görsel uyaranı azaltmak beynin işitsel uyarana daha iyi odaklanmasını sağlar. Adres ararken arabada müziği kısmak gibi: diğerini daha iyi işlemek için bir duyusal girdiyi azaltıyorsunuz.

Yani siz konuşurken pencereden dışarı bakan o kişi aslında sözlerinize tamamen dalmış olabilir, dikkati dağılmış değil.

Farklı Hikayeleri Anlatan Gözler

Göz temasından kaçınma, birden çok olası açıklaması olan karmaşık bir davranıştır. Sosyal anksiyete, kültürel saygı, duygusal aşırı yüklenme, nöroçeşitlilik, basit içe dönüklük ya da daha iyi düşünmek için bilişsel bir strateji olabilir. Nadiren yalan, ilgisizlik veya saygısızlık anlamına gelir. En önemli ders şudur: birini görsel davranışı nedeniyle yargılamadan önce bağlamı, kültürü, duygusal durumu ve beyninin sizinkinden farklı çalışma olasılığını düşünün. Empati ve anlayış, göz temasından çok daha güçlü iletişim araçlarıdır.

Eğer göz temasıyla zorlanan sizseniz, size kişisel acı vermediği sürece bozuk olmadığınızı ve tamir edilmenize gerek olmadığını bilin. Rahatlığınıza ve sınırlarınıza saygı gösteren otantik ve etkili iletişim yolları vardır. Gözler önemlidir elbette, ama insanların bağlantı kurduğu tek kanal değildir. Aktif dinleme, özenle seçilmiş kelimeler, empatik ses tonu ve otantik varlık genellikle bakışlarımızı nereye yönelttiğimizden çok daha fazla önem taşır. Gerçek iletişim gözlerin çok ötesine geçer.

Yorum yapın